Likya Yolu; Finike- Demre- Üçağız/Kaleköy(Simena)-Kekova

kekova6.jpg

Merhabalar, Likya Yolu serisin 5. yazısı olan bu bölümde Finike’den sonra Kekova'ya yani en çok görmek istediğim yere gidişimizi anlatacağım. Anlatması da gezmesi kadar keyifli olacak benim için, umarım okurken bu his size de geçer. Ama önce kendime bir bardak çay almak ve size son zamanlarda ne yaptığımdan (nereye kaybolduğumdan) bahsetmek istiyorum.

Eylül başlı başına bir mevsim, okullar açıldı, yağmurlar başladı. Fakat bu yıl nasıl oldu da eylülün ortasına bu denli hızlı geldik anlayamadım. Ben geçtiğimiz kurban bayramından bu yana, ev taşımak ve türlü prosedürle meşkuldüm. Bu süreçte steem power desteği aldığımı öğrendim ama her gün oylama fırsatım olamadı, bu açıdan destek sağlayamadığım yazılarınız için bir özür dilemeliyim sanırım. Nihayet internet bağlandı ve işlerin büyük kısmını hallettiğime göre artık yazıları okuyabilir, oy verebilir ve yarım kalan yazı serimi bitirebilirim.

O zaman kaldığımız yerden devam. Buyrunuz;

FİNİKE'YE YOLCULUK

Mavikentte güneşin yakmaktan ziyade kestiği bir öğle saatinde, otobanda yürümek akıl işi değildi. Bir marketin önünde hayrattan su içip otostop çekmeye başladık. Otostopla bizi almayı kabul eden ilk araç, orta yaşlı bir çifte aitti. Çocukları olmadığı için bizi evlat edinmeyi teklif ettiklerinde anladık ki çok kötü görünüyoruz, adeta sefillerden bir kare. Sonrasında gülüşmelerle geçen sohbetimizde öğrendik ki sürücümüz geçmekte olduğumuz köyün imamıymış. Eşini diş doktoruna götürmek için yola çıkmışlar. Bu sebeple bizi Finike kavşağında istemeyerek bıraktılar. Yani sağlık mesele bahis olmasa, kilometrelerce yolu bizim için gidecek olan güzel insanlardı. Kavşaktan Finike yönüne yürümeye devam ettik, bu arada otostopa da devam ediyoruz. Bizim için duran ikinci arabanın sahibi, bir tekvando hocasıydı. Türkiye’de dövüş ve savunma sporlarının kızlar tarafından git gide daha çok tercih edildiğini ve kızların erkeklere göre daha disiplinli ve başarılı olduklarını anlattı, uluslararası turnuvalardan aldıkları madalyalar, dereceler... Bizim içimizi de bir spor hevesiyle doldurdu. Bizi Finike otogarının yakınında, kent merkezinde bıraktı.

finike acısu.jpg

FİNİKE HAKKINDA

Akıllarda portakalla özdeşleşen Finike, Antalya’nın batısında kalan bir ilçedir. Düzenli şehir yapısı, temiz sokakları ve sakin hayatıyla pek çok turistik kentten farklı olarak, huzurlu bir Akdeniz limanı hissi veriyor. Bu Akdeniz havasına uyumlu olarak burada tanıştığımız insanlar aydın görüşlü, sosyal ve samimiydi. Kentin içinden akan Acıçay, hoş bir görüntü oluşturuyor. Kent merkezinde tam kapsamlı bir devlet hastanesi, kütüphane, okullar, camiler ,bankalar, süper marketler, pazar, postahane, belediye binası ve otogar bulunuyor. Çevre köylerden geldiğinizde tüm ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Buradaki otogardan Kaş, Antalya, Fethiye ve diğer tatil kentlerine kolayca ulaşabilirsiniz.

FİNİKE’DE MOLA VE DEMRE’YE YOLCULUK

Merkezde ilk olarak otogarı bulduk, Demre’ye otobüs saatlerini öğrendik. Zaman ve bütçe yeterse Kaleüçağız‘dan Kekova’ya gitmeyi planladık. Fakat bu zor görünüyordu. Çünkü Kaleköy bize göre pahalı pansiyonların, villaların olduğu, şahsi limanlarla dolu bir yerleşim yeriymiş. Bu bizim A planımızdı, bizce daha muhtemel görünen B planı, Demre’de kamp atmak ya da doğrudan Kaş’a geçmekti. İmkanları zorlayarak planlar yapmak için bir mola verdik. Acıçay’ın kenarında bir parkta çimlere oturduk, bir yandan çay demledik, ekmek domates salatalık alıp piknik yaptık, diğer yandan güzergahı kararlaştırmaya çalıştık. Bu esnada, Acıçay’a zıpkınla dalan bir dede vardı yanımızda. Yiyecek içecek ikram ettik. Sonra yanımıza gelen sevimli köpeğin sahibiyle tanıştık. Hera isimli köpeği için “o benim üçüncü kızım” diyen beyefendi, bize ailesinden ve öğretmenlik hayatından bahsetti. Finike’ye neden geldiğini sorduk “Hatuna küstüm” dedi gülerek. Sonra yolculuğumuzu sordu, anlattık. Sonra yolculuğumuzu sordu, anlattık. Pikniğin ardından otogardan Demre dolmuşuna bindik.

Demre’ye gidiyoruz ama kalacak yer sorunsalı hala tartışma konusuydu. Bu yüzden elimize aldık telefonları, eşe dosta kamp yeri ve Kekova adasına ulaşımın maliyetini soruyorduk. Kekova adasına yat turları varmış, pahalı bulduk. Ancak en yakın yerleşim yerleri, Kaleüçağız ‘da kamp atıp, adayı görebiliriz diye umuyorduk. Demre’den oraya nasıl gideriz, bir kavşakta inip otostop mu çeksek, yürüsek mi diye tartışırken muhteşem bir şey oldu. Ön koltuktaki beyefendi bize döndü ve “Çocuklar siz Kekova’yı mı görmek istiyorsunuz? Benim Kaleköy’de pansiyonum var, gelin sizi misafir edeyim” dedi. Şüpheyle ve şaşkınlıkla bu teklifin ayrıntılarını dinledik ve henüz tanıştığımız Orhan Bey’e uyarak Demre’de yarım saatlik bir molanın ardından hep birlikte Kaleüçağız’a gitmek için ayrı bir dolmuşa bindik.

h3.PNG

Haritada Demre, Kaleüçağız ve Orhan Bey’in pansiyonun yer aldığı kamp yerimiz Simena’yı görebilirsiniz.

KALEÜÇAĞIZ (Kaleköy/Üçağız/Simena) HAKKINDA

Demre ilçesine bağlı Kaleüçağız Köyü; Simena Kalesi, Kekova Adası ve kaya mezarlarıyle Likya yolunun en güzel geçiş noktalarından biridir. Demre’nin batısında kalan bu yerleşim yerine yakın zaman kadar kara yolundan ulaşım yokmuş. Yalnızca liman yoluyla gelinebilen bu köyde lüks malikaneler, şahsi limanlar ve göz kamaştıran yatlar gördük. Duyduk ki, Rahmi Koç’un da burada evi varmış. Artık kara yoluyla köyün merkezine ve limana ulaşmak mümkün ancak lüks evlerin bulunduğu özel araziler Simena kalesinin arkasında kalan koyda. Burası Kekova adasına bakan ve hala arabayla ulaşmanın mümkün olmadığı nadide yerlerden biridir. Kaleüçağıza bağlı bu yere Simena, Kaleköy de deniyor. Kaleköy ismi, Simena kalesini çepe çevre saran evler ve taş sokaklar düşünüldüğünde oldukça mantıklı geliyor. Ben burayı Santorini’ye benzettim, kesinlikle tekrar görmek istiyorum. Kaleköyle ilgili bilinmesi gereken en önemli nokta, ulaşım ve kalacak yer. Pansiyonlarda az oda var, rezervasyon yapmak gerekebilir. Ulaşım için tekne kiralamak yerine pansiyona haber verirseniz sizi tekneyle alabilirler. Yeme içme konusunda pansiyonların altındaki restoranlar dışında alternatif yok, market dahi yok. Restoranlar pahalı ancak, makul fiyata kahvaltı yapılabilir. Burayı görmek için bir alternatif de yat turları. Kekova adasına da turlar düzenlenmekte.

SİMENA’YA VARIŞ VE KONAKLAMA

Yemyeşil kıyılar, cam gibi berrak deniz ve müstakil evleriyle Kaleüçağız şahane bir yerdi. Köy mimarisini ve doğayı bozmadan lüks evlerin, kafelerin yapılabileceğinin somut bir kanıtıdır benim gözümde Kaleüçağız.
Kaleüçağız’dan Orhan Bey’in çalışanları, bizi tekneyle aldı. Böylece kısa yoldan Simena’ya yol aldık. Büyüleyici bir manzaranın içinde olduğumuz bu 20 dakikalık deniz yolculuğunun tarifi zor...

kekova 1.jpg

Bizim şansımız, Orhan Bey’in bizden kalacak yer ve ulaşım için ücret istememesiydi. Bu cazip teklif bizi başta tedirgin etti fakat tekneden inip Simena’daki pansiyona girdiğimiz anda tasalar uçup gitti. İyi ki güvenip gitmişiz, cennet gibi bir manzara karşıladı bizi. Yolculuğun en güzel manzarasıydı. Pansiyonun hemen önünde deniz diz seviyesinde ve bir kaya mezar var.

kekova1.jpg

Resimde gördüğünüz kaya mezar, kral mezarı olarak anılıyor. Likya Yolu boyunca en çok kaya mezarı Kaleüçağız’da ve Simena Kalesi’nin çevresinde gördük. Burası antik çağlarda Simena isimli bir medeniyete ev sahipliği yapmış. Karşımızdaki Kekova adasında ve pansiyonun bulunduğu Kaleüçağız’da antik kentin kalıntıları bulunuyor. Üstelik geçtiğimiz günlerde Kekova adasında tüple dalış yapma yasağı kaldırıldı. Dalış severlere duyuralım, Kekova’da batık kenti görebilirsiniz.

kekova.jpg

kekova kamp.jpg

kekova 4,.jpg

Yukarıdaki resimleri Orhan Bey’in güzel pansiyonu, Terrace Paradis’den çektim. Durgun ve sığ olmasına karşın tertemiz olan denizde tekneler uçuyor gibi görünüyordu. Bu manzarayı gören terasta çadırlarımızı kurduk.

kekova çadır.jpg

Sonra yüzmek için pansiyonun önündeki iskeleye indik. Akşam üzeriydi, gökyüzü pembe-lila renklerde ve güneş ufka yakındı. Diz boyu suda yürüdük, kaya mezarın etrafında karetta karettalarla yüzdük. Deniz kıyıdan 15 metreye kadar mesafede sığ, 1,5 metreyi aşmıyor. 15 metre kadar uzakta bulunan kayalıkların ardındaysa 3 metreden derin. Bir nevi alçak havuz oluşmuş diyebilirim. Siz denizin içinde otururken az ilerinizden yatlar geçebiliyor. Burada kanoyla dolaşmak oldukça keyiflidir diye tahmin ediyorum.

Denizden sonra Simena/Kaleköy ‘de dolaştık. Gece olunca limanda yıldızları izledik. Taş sokakta yürürken 3 çocuk top oynuyordu, aralarında bir Japon Hanım’dan bahsettiler. Gelmeden önce burada uzun yıllardır yalnız yaşayan bir Japon olduğunu okumuştum. Çocuklara sorma fırsatım olmadı, aramızda bunu konuşurken bir yandan karanlık ve dar sokakta yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Yol bir anda başka bir restorana çıkıverdi. Ufak çaplı bir kaybolmanın ardından yerlerde mavi okları gördük, alışkın olduğumuz üzere takip ettik. Bu esnada yerlerde zıplayan kurbağalar ödümüzü kopardı. Kapalı bir şarap evinin, hediyelik eşya dükkanının ve eski bir evin yanından geçtik ve nihayet pansiyona ulaştık. Yanımızda yiyecek vardı ancak bunları pansiyonda yemeyi doğru bulmadık, aslında fırsat da bulamadık. Arasıra yanımıza uğrayan pansiyon çalışanları oldu, yorgun olduğumuzu ve sabah kahvaltı yapacağımızı söyledik. Ama tabiki acıktık, Kaleköy içinde piknik yapılacak yer de yok. Sabah pansiyondaki kahvaltıya 20 şer lira ödeme ihtimalimiz de olduğu için akşam yemeğini es geçtik. Serpme kahvaltının hayaliyle uyuduk. Düşük bütçeli seyahat en lüks yerde aç yatmak demekmiş bazen :D

Gece çok rüzgar esmedi, soğuk da değildi. İnanılmaz rahat uyuduk. Sabah erkenden çadırı topladık ve kahvaltı için alt kata indik. Standart bir serpme kahvaltıya ek olarak, çok lezzetli bergamot reçeli vardı. Kahvaltı ve manzaraya karşı içtiğimiz çay bizi çok mutlu etti. Üstelik tahminimizden çok daha az bir ücret ödedik. Böylece pansiyondan memnun ayrıldık. Bu arada Kekova'yı yalnızca karşıdan gördük ama adaya çıkmayarak bir şey kaybetmediğimizi düşünüyorum. Bilmiyorum yanılıyor muyum?

Yürümeye koyulduk, Simena Kalesi’ne doğru çıkan taş merdivenlerde ilk ok işaretlerini gördük. Hedefimiz, Kaleüçağız’a dönüp, Kaş’a doğru devam etmekti. Köye giden tek yol, kaleye kadar çıkan ve yamaçtan aşağı inen bir yürüyüş patikasıydı. Kaleye doğru çıkarken, kekik, adaçayı ve keçiboynuzu gördük. Simena Kalesi ziyarete açık, müze kart geçerli. Girmeden de yola devam edebilirsiniz. Kaleyi geçtiğimizde kaya mezarları gördük. 2-3 metre yükseklikteki bu taş yapılar M.Ö. 5. yy’dan beri buradaymış. **Geçen yüz yıllara rağmen yerinden kıpırdamayan bu mezarlar kim bilir kaç yüz yıl daha görecek. Likya Yolu boyunca sık sık bu yoldan geçen insanları hayal ettim. Hayatın kendisinin bir yolculuk olduğunu düşündüm sonra. **
Yolun kalanında, dikenli çalılar ve kaygan kayaların arasından inmek gerekiyor. Tepeden indiğinizde Likya Yolu tabelasını görebilirsiniz.

kalae içağız .jpg

Sonrası zeytin, kaktüs ve meyve ağaçları arasında, otoyolun kenarında devam ediyor.

kale içağız yolu.jpg

Köye vardığımızda, pek çok meyvenin yanı sıra avokado ağaçları gördük. Merkeze doğru ilerledik.

kaleüçağız dönüş.jpg

kale üçağz.jpg

kaleüçağız.jpg

Köyde market alışverişi yaptık ve köyün çıkışına doğru, otostop yapmak üzere ilerledik...Bu yazıda anlatmak istediğim pek çok insanı es geçtim çünkü çok uzun bir yazı oldu. Kısaca Üçağız'da; yaşlı, genç, çocuk, yerli ve yabancı pek çok insanla tanıştık. Bize yardımcı olan, bazen de bizim yol gösterdiğimiz her birinin ayrı hikayesi olan insanlar yani. Şuan nerede ne yaptıklarını merak ettim, umarım yola devam ederler.

Bu bölümün sonu :) Likya serimin son yazısında Kaş’da geçen iki güzel günü, kamp yerlerini ve görülecek yerleri anlatacağım. Sonra da sürpriz gezinin yazısını paylaşmaya niyetliyim. Ama sıkıldık derseniz ondan önce, İzmir'den ilginç kafeleri anlatacağım bir seriye de başlayabilirim. Hangisi ilginizi çeker?

H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
3 Comments