Normalliğin Arkasındaki Anormallik: Garage Olimpo

Bu hafta film incelemesinde dili fazlasıyla sivri politik bir filme yer verdim. Garage Olimpo, Türkçe’ye Olimpo Garajı olarak geçen film 1999 yılında Arjantinli yönetmen Marco Bechis tarafından hayata geçirilmiştir. Annesiyle birlikte büyük bir evde yaşayan Maria (Antonella Costa) , cunta yönetimine karşı bir kadındır. Maria, diktaya karşı eylemler düzenlemesinin yanı sıra aynı zamanda yoksullara ücretsiz öğretmenlik yapar. Yaşadığı büyük evde de ona aşık olan Felix (Carlos Echevarría) adında gizemli genç bir kiracı kalmaktadır. Felix’in ona yaklaşmalarına karşı soğuk kalan Maria, bir gün Arjantin ordusunun eve baskın düzenlemesiyle tutuklanır. Sorgu için ordu tarafından kaçırılır ve çeşitli işkencelere maruz bırakılır. Evinde kiracı olarak yaşayan Felix ise, bu işkence odalarındaki görevli kişilerden biridir. Maria’nın da oraya getirildiğini görür ve kendini kurtarıcısı olarak göstererek kadınla yakınlaşmaya başlar. İşkencelere maruz kalan ve piskolojik olarak çöken Maria’nın ise adama yakınlaşmaktan başka çaresi yoktur. İşkenceler ve baskınlar arasında sözde aşk yaşayan Felix ve Maria kaçınılmaz sona doğru ilerlemektedir. Maria’nın cazibesine kapılan Felix, her ne kadar kadına yardım etse de, işkenceye getirilen diğer insanlar gibi öldürülmesini engelleyemez.

Filmin başladıktan sonra ilk olarak gördüğümüz karakter olan Ana (Chiara Caselli) , arkadaşının evine gelip yatağın altına bomba koyan eylemci bir kadındır. Yönetmen filmin başında Ana’yı oldukca itici göstermiştir. Kapıdaki adamlara yalan söyleyen, arkadaşının ölmesini göze alan, ‘’masum’’ bir babaya ve kızına zarar vermek üzere olan bir kadındır. Fakat bombayı yerleştirdikten sonra onun patladığını filmin sonunda görmekteyiz. Bunun sebebi ise yönetmenin, o bombanın kime ne sebeple konulduğunu göstermek ve izleyiciye bu durumun olağanlığını yansıtmaktır. Ana’nın bomba yerleştirdiği evin sahibi Tigre (Enrique Piñeyro) isimli bir komutandır. Başlangıç sahnesinden sonra Tigre’yi, tüm bu işkenceyi yöneten kişi olarak görmekteyiz. Kendisi oldukça lüks bir evde yaşamakta, kızı ile mutlu bir hayat sürmektedir. Fakat kızıyla yaşıt veya ondan yaşça küçük kızların işkence yapılmasını sağlamaktadır. Filmin ortalarında gösterilen tüm işkence ve olaylar bir şekilde Tigre ile bağlantılı olduğu için, filmin sonunda patlayan bomba rahatsız etmenin dışında bir nevi seyirciye tatmin yaşatmaktadır.

Ana’dan sonra gördüğümüz karakter ise filmin başrolu Maria’dır. Maria, sol fraksiyondan dikta karşıtı Ana’ya benzeyen bir karakterdir. Onun eylemlerini film içinde açık bir şekilde görmeyiz. Fakat onun dışında sol fraksiyonlarda bir gelenek haline gelen ‘’ücretsiz eğitim’’ modelini uygulamaktadır. Yoksul kişilere okuma-yazma öğretmekte ve militanlar arasında öğretmen olarak adını duyurmaktadır. Aile içi yaşamı çok fazla filme yansımamıştır. Fransiz bir anneye ve ölmüş olan İtalyan bir babaya sahiptir. Annesi ile ilişki sıradan, yaşadığı ev ise oldukça büyük ve lükstür. Yönetmen burada yoksul bir eylemciyi izleyiciye göstermek yerine, her şeye sahip, gayet rahat bir şekilde yaşamını sürdürebilecek iken, diktaya karşı gelmeye karar veren bir kadını göstermeyi tercih etmiştir. Bu perspektiften baktığımızda da, sadece yoksul olanların veya dara düşmüş olanların sol fraksiyonda olmadıklarını görmüş oluyoruz.

Filmin erkek başrolu olan Felix ise, Maria’ya aşık işkencecidir. Maria’ya özel bir şirkette çalıştığını ve kıyafetlerini oradan aldığını söyler. Fakat Felix, işkence ettiği insanların eşyalarını çalıp onları kullanmaktadır. Odasını gördüğümüzde çeşit çeşit çakmak ve benzeri eşyalar görüyoruz. Eşyaların çokluğu ve çeşitliliği bize Felix’in ne kadar fazla insana işkence yaptığını göstermekte. Tek bir insanda bu kadar eşya var ise, işkenceye uğrayan toplam insan sayısı ne kadardır? Resmi kaynaklarına göre işkenceye uğrayan ve sonrasında ortadan kaybolan insan sayısı 9.000 civarındadır. İnsan hakları derneklerinin yaptığı bir araştırmaya göre ise bu rakam 30.000’nin üzerindedir. Bu insanların bir çoğunun ölüp ölmediği bile hala bilinmemektedir. Filmde de gördüğümüz, insanları ortadan kaldırma yöntemi ise bir uçakla daha önceden iğne ile öldürdükleri insanları denizlere atmaktır. Bu korkunç olay kaynaklara ‘’Gökten Yağan Cesetler Öyküsü’’ olarak geçmektedir. O dönem uçakların cesetleri attığı bir yerde teknesiyle balıkçılık yapan Jose Luiz Pinazo isimli balıkçı, gökyüzünde kapılarını açan uçakların bölgeye paketler attığını anlatmaktadır.1 İşte balıkcının gördüğü bu paketler, filmin sonunda baş karakterimizin de dahil dolduğu kaçırılan insanların cesetleridir. Felix ise tüm bu olayların içinde yer alan, bizzat işkence eden Arjantin ordusundan biridir.

Filmin yönetmeni Marcho Bechis, tüm bu cunta olaylarını eleştirmek ve bütün pisliğini insanlara yansıtmak dışında ‘’karmaşanın içindeki normal hayat’’ı seyirciye aktarır. Filmin açılışında ve geçiş sahnelerinde defalarca tepeden yapılan çekimleri görürüz. Bu çekimleri göstermesinin iki sebebi vardır. Birincisi, yoksul evlerin yanında yüksek rezidansları göstererek sınıf farklılığı arasındaki uçurumu göstermektir. Küçük evler ile devasa evler arasındaki boyut farkı, metaforik olarak sınıflar arasındaki farklılığı da temsil etmektedir. İkincisi ise, işkence sahneleri devam ederken normal hayatın her zamanki gibi devam ettiğini göstermek istemesidir. Seyirciler bir yandan elektroşok sahneleri izlerken, bir yandan şehrin kalabalığını, ışıklı ihtişamını, yüzme havuzunda eğlenen insanları görür. Tüm bu normalliği sadece tepe çekimleriyle göstermekle kalmayıp, futbol maçı izleyen insanların ortasına dalan orduyu ve yakalanan eylemciyi de gösterir. Taraftarlar sanki bir futbol maçı izler gibi, bu olayı sadece izlemekle kalır. İşkence sahnelerinde de radyoda, dönemin pop şarkılarının yanı sıra sürekli olarak maç anlatımı yapıldığını görürüz. Yönetmen tüm bu anormal ‘’normalliğin’’ orduda işkence yapanlarda hat safada olduğunu bize gösterir. İşkenceciler sanki sıradan bir iş yeriymiş gibi girişte check-in yaparlar ve ‘’ofis odalarına’’ doğru giderler. Bunun yanı sıra sürekli olarak pin-pon oynarlar ve işkence yapmadan önce radyodan şarkı dinlerler. Şiddetin bu derece normalleştiği bir toplumda, cuntanın yapacağı her eylem de doğal olarak halk tarafından normal karşılanacaktır. Tüm bu sözde normallik, belki de bir toplumun sonunu getirecektir.

Sonuç olarak film, Cunta yönetimini ve onunla beraber gelen sahne, normalliği izleyicinin kaba tabirle ‘’gözüne sokmaktadır.’’ Anlatı tarzında metafor kullanmak yerine açık bir şekilde sahnelerdeki olaylarla göstermeyi veya diyaloglarla yönlendirmeyi tercih etmiştir. En baştaki bomba yerleştirme ve sonrasında bombayı ‘’haklı sebeplerle’’ patlatma duygusunu seyirciye hissettirmiş ve haz duymasını sağlamıştır. Filmin sonundaki ‘’Kaçırılanlar hala ortada yokken bunu yapanlar serbest dolaşmaktadır’’ yazısı ise filmin genel amacına yani propagandaya oldukça iyi bir şekilde hizmet etmektedir. Şahsi fikrime göre filmdeki konu kesinlikle beyaz perdede anlatılması gereken bir konudur. Fakat bu anlatıyı propagandaya bu kadar fazla başvurmadan, karşı tarafı canavarlaştırmadan ve sinemanın metafor gücünü kullanarak yapması gerekirdi. Bu hafta film incelemesi serisinde şimdilik bu kadar, esenle kalın efenim...


H2
H3
H4
3 columns
2 columns
1 column
2 Comments